Firmalarla
ilgili olan çalışmalarınızdan bahsetmek istermisiniz ?
İş gücüne fayda sağlayan paylaşım ritimden geçer diyerek,
1990’ların başında Okay Temiz bir ilki gerçekleştirdi.
Ritm çalışmalarında firmaları ritm ile harmonize etme, Ritm
ile insanları birbirine yaklaştırmak. Bu yaklaştırma anaokullarında var, sipastiklerde
var, anlatmak istediğim ritm ile tedavi var. Ama burada çalışan kesimi yani aşçısıyla,
müdürüyle, patronuyla, sekreteriyle, muhasebecisiyle, bir ritm tutturmaları; aynı
çatı altında Okay Temiz ile çalmaları, çalışan kesime ayrı bir haz veriyor.
Ya diyor ben müdürüm ile yan yana çaldım, yanımda muhasebeci
maaş aldığım kişiler var, güvenlik var.
Aynı çatı altında bu
insanlara başta, değer vermek var!
Ritm o kadar net ve çıplak bir şey ki; kompleksiz, natürel
organik bir hadise ki, ritm girince zaten kişiliğini unutuyorsun. En güzeli ise
o ritm seni alıyor, diğer çalanlarla bir bütün oluyorsun. O zaman artık ben
müdürüm, ben güvenliğim düşüncesinde, bu tip şeyler olmuyor. Çalışmada sadece
ritmi düşünüyorsun.
Okay Temiz’in en önemli yaşam şeklinden bir tanesi olan
insanda paylaşımı gerçekleştiriyor. Zaten ritmin içerisinde paylaşım var. Buna
biz poliritm diyoruz, yani Aritmetik ritm. Birisi bir şey çalarken ötekisi de
başka şey çalacak ama hep beraber bir bütün olarak, 5-6’ya bölünüyoruz. Asıl
etki bir bütün olarak oluyor.
İşte bu bir paylaşım!
Peki, Okay Temiz kimlerle yaptı bu paylaşımı? Çocuklarla yaptı, anaokullarında,
okullarda yaptı, ortaokulda, ilkokulda. Masterclass’lar yani ileri düzey ritm
eğitimleri verdi. Finlandiya’da, İsveç’te, Amerika’da dersler verdi. Bu
paylaşım da tabi ki ülkesindeki çocuklar öncelik teşkil ediyor!
Ayrıca firmalarda bu
paylaşımı gerçekleştirdi. Sipastiklerle yaptı, İsveç’te, Finlandiya’da ve
Türkiye’de, burada firmalarla yapılan paylaşımda ve çalışmada işgücüne büyük
kazanç sağladı.
Bu çalışmalar insanları hayatlarında çok nadir yaptıkları bir
moment’e yani “an”a getiriyor. Çünkü
herkesin bir mevkii var, ritm çalmaya başladığın zaman bu kavramlar yok oluyor .Bu
durumda tek bir kişi oluyorsun, sanki ritm çaldığın yer ve an da ruhani bir yer oluyor. Ritm çalarken inanman
lazım, komplekslerini atman, dış düşüncelerden kurtulman lazım. Aile
probleminden, paradan, sükseden, üzüntüden, şundan bundan kurtulup, ritmin seni
başka bir dünyaya sokmasına izin vermen lazım.
Onun için bu firmalar için çok mühim. İnsanlar beyinlerini
sıfırlıyorlar. 20 dk. 1 saat çalışma döneminde bir şey düşünmüyorlar, bunlar
büyük rahatlık getirir insana. Bunu ben söylüyorum ama bu çalışmayı yapınca,
atölyeye gelince, değerini ve ne demek istediğimizi anlıyor insanlar.
Ben firmalara bu işi senelerce yaptım ve halen devam ediyor.
İlaç firmaları, otomobil firmaları, kimyevi firmalar, metal sanayi firmaları, aklına
ne gelirse çalışan kesim hep beraber ritm tutuyorlar. Beraber oluyorlar, firmalar
için biz bunu öneriyoruz.
Yapmayan firmalarda
yapsın deriz
Duyum (İşitme)
konusu ile ilgili ekleyecekleriniz?
Bizim orkestra’da çalarken, plak
yaparken, çocukların içinde konservatuar mezunu da var, özel ders almışlarda. Fakat
hepsi davetli olduğumuz mekanda yeni gelen çocuklar: “-İyi de burada ne çalacağız?”
diyor (Aydın Tav) “-Artık duy ve çal! Tamam mı?” hadise buraya gelmiş vaziyettedir.
Duyarsan yani!
Tam
zamanlıyı kazanamadık. Niye kazanamadık? (Diye söyleriz) Tam zamanlı da 15
yaşında ki çocuğa 5 tane ses, 7 - 8 saniye içerisinde söylemen lazım, si bemol -
fa diyez, nasıl söyler yahu!
Konservatuar’da
müzik eğitimi almamış çocuk nasıl söyler bunu? 5 tane de 1 tanesini duyamıyor
ki! Sordum hocaya, oda söyleyemiyor. Kendisi 3 tanesini söylüyor 4’ ü 5 ‘i
söyleyemez.
Dedim
niye böyle yapıyorsunuz bu sistemi? Fazıl(SAY) ile konuştum yanımda Burçin Büke
var arkadaşlarımız var böyle şey olur mu ? diye sordum. Sorma abi diyorlar
böyle çok acayip bir sistem. Yani işimize de yaramıyor, yani niye işine
yarayacak? Bir orkestra’ya girersin, tamam orkestra şefiysen orada kulakla ses
duymak lazım olabilir belki! Ama besteciysen de lüzum yok. 5 tane veya 3 taneyi
sağlam duy yeter. Bir de orkestra şefi olarak çok fazla sesi duymak rahatsız
ediyor. Zaten, şeflerin çoğu sinirlidir. Orkestra şeflerinin çoğuna bak, hepsi
böyle sinir küpüdür. Normalde yumuşaklar kaba insanlar değillerdir. Konuşurken
falan onlar iyi konuşurlar da çubuğu aldığı zaman eline başlar stresli durum,
oradan duyar buradan duyar onu duyar, her şeyi duyar. Rahatsız olur, böyle
duymak onun için hiçbir zaman iyi olmaz.
Onun
için iyi duymak rahatsız edici bir şeydir, neyse her şeyin normali iyi ya,
absolit (herşeyi duyan) kulaktan bahsettik yine de fakat normal bir kulağın
eğitilmemesi olanak dışı, kulak muhakkak eğitilir.
Yani
eğitilen kulak, en üst düzeye çıkar!
Şu an dinlemekte olduğumuz Aydın
Esen ile olan çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Valla
senelerdir beraber çalmak istiyorduk, çalamadık bir türlü.
Tanıyoruz
birbirimizi, yaptığımız çalışmaları falan takip etmişiz.
O
İsviçre’deydi ben İsveç’teydim senelerdir.
Sonra
işte böyle bir proje olunca (Sony plak şirketi ile) teklif ettim Aydın’a, “-tamam”
dedi.
Bizim
Oriental Wind’in repertuarı başka, folklör’ü kullanıyor. Bide benim parçalar
var, çoğu benim parçalar zaten. Ben, 28 sene İsveç’te Stokholm’da, 5 sene de
Finlandiya’da kaldım.
28
sene bu kuzey ikliminin bana verdiği rahatlık relax session (rahat bölge),
tabiattaki pastel renkler, sertlik yok, güneş donuk fazla yok, İsknadinav’ya.
Multi-kültürel(kültürlerin
kaynaştığı) bir iklimi var, böyle yumuşak besteler yaptım. Bu besteler klasik
orkestralarda çok sevildi.
Aydın’da
(ESEN) benim o tarafımı seviyor mesela. Yaptığım besteler de kuzey havası var, kuzey
ikliminin verdiği tınılar. Şimdi bak onlarda kuzey cazı diye bir şey çıktı. Kaç
senedir dünyada Kuzey’den gelen, Norveç’ten, İsveç’ten, Finlandiya’dan gelen
müzisyenler, bunlar çok nota çalmazlar!
İki
nota basar bekler…
Space’i (boşluğu) dinle! Boşluk çok mühim
boşluk bizim sufi müziğimizde var zaten, sufi müziğimizdeki mana maalesef bize gelememiş!
Ne manaya geliyor hocam bu?
Çaldığını
dinlemek.
Yani
arka arkaya çaldığını dinlemek.
Konuşmaya
benziyor. Mesela Spikerler, bizde ne yaparlar, radyo’da televizyon’da bir sual
sorar. Sorduğu o sual’in cevabını, pat vereceksin. Tam sorunun cevabını
verirken, bir tane daha soru patlatır, cevabı dinlemeden.
Buna
en tepkili cevabı seneler evvel Türkiye’ye geldiğinde, Fidel Castro vermişti!
“-Bir
sual sordun madem, cevabını verelim kardeşim” dedi. Adam Kübalı.
Ben burada hiçbir politikacıdan duymadım. Çok
nezaketsizler! Burada üst üste konuşuyorlar, hiç duraksamadan üst üste !
Müzisyenler
de üst üste çalıyor, bir gör bak basçıyı dinle. Daha çok basçılarda var bu. Çünkü
basçının, tane tane, temiz temiz çalması lazım. Bas, bütün orkestrayı alttan bir
başka deyişle geriden kavrayan bir enstrümandır, böyle ifade edeyim.
Bu
hem çalış şekliyle hem sesi ile, yani bu bas çok mühimdir.
Davulla
beraber Orkestra’nın Bel kemiğidir.
İşte, sen orada çok fazla nota çalarsan şimdi,
(o notayı piyanist’te çalıyor ki gitarcı da çalıyor) o durumlarda bunlara çok
dikkat etmen lazım.
Basçı
daha çok lider gibi olması gerek. Basçı’nın köşeleri çalması lazım, örneğin salsa
müziğinde var. Latin’de var dom, dom, dom, dom, dom, dom diye çalmaz basçı. tin
–tan- tan -dom sonra hep sürprizli çalar, o sürprizler seni etkiler, hem çok
seslidir hem böyle ritm’dir hem de orkestrayı kavrar.
Eliyle
çalanlar trompetçiler falan, klarnetçiler. Saksafoncular, fazla çalmazlar. Çünkü
orada renkler, yaşam yani her şey, böyle daha aynı, bir ses üfle bekle, aradan söyle,
farklı bir cümle. Duru anlayacağın.
Bizde
mevlitler de var camiler de ‘Echo’ müzik dinlersin. O boşluk seni alır götürür,
anlatabiliyor muyum? Söylediğin cümlenin “manası” boşlukta çıkar. Mana o
bahsettiğimiz boşlukla oluyor, boşlukla değer kazanıyor çaldığın şey. Arka
arkaya çalarsan ne oluyor panik ve başkasıyla karşılaşıyorsun sonra
çarpışıyorsun, diğer çalanlarla kargaşa oluyor.
Orkestrada
da şaşırarak bakıyorlar gençler. Şimdi aklıma gelmişken söyleyeyim. Gençler
söylüyorlar amma teknik, falan filan –wow- alkışlıyorlar, teknik yapacaksın
tabiki de, iş o değil!
Burada
2 sene evvel Marcus Miller geldi. Tekniği var adamların tık- tık- tık slap
çalıyor. Avrupalılar zaten Türk müziğinde ki bu Sufi müziğine bayılıyorlar.
Hayranlar
sufi müziğindeki o genişlik, kendiliğinden oluşluk. John Coltrane, Dünya’nın en
iyi saksafoncusu Hindistan’a kaç defa gitti, müzisyenler gitti hep Hindistan’a.
Beatles’da gitti, bütün bu rock’çılar orda, gördüler oraları.
Teslimkarlık,
yani hep üst üste çalmama, boşluk, bu nedenle onu öğrendiler ve biz hala
öğrenemedik. Bizim müzisyenlerimiz hala daha; saka, tiki, taka, tiki, taka,
toka, daha bir girerken introduction’da(girişte) bile heyecanlılar, ifadeleri
yok girişte.
Giriş
insanları diye ifade ettiğim, mesela buraya Sangar geldi, sitarcı açık havada
konser verdi. Hindistanlılar akordunu sahnede yaparlar. Giriş böyle olmalı
Evet daha önce onu konuşmuştuk,
bende size o soruyu soracağım
Akort’u
sahnede yapacaksın, o bir kültür. Sanatçı sahnede akort yaparken, bizim gibi
pat küt yapmazlar. Çok estetik, nazik ve onun tavırları vardır. Yani orada zati
müzisyenin olan akordunu yaparken ne kadar kıymet verdiğini anlarsın ki, enstrumanını,
vücut dili, duruşu ve sakinliği ve panik olmayışıyla gösterir. Çünkü
konserdesin, sahnede 1000 kişi, 3000 kişi, 4000 kişi var ve sen hala akort yapıyorsun
var mı böyle bir şey? Bizde o yoktur
“-Sahneye
geldin, çalsana kardeşim” derler. Hah, adam akort yaparken burada, daha
akort’tan zaten parçaya geçiyorlar, akort bitmiyor o seslerden tak parçaya geçiliyor.
Güneşin doğuşu ile olduğunu
söylemiştiniz?
Tabi
en güzel akort o zaman olur.
Hocam hayatınızdaki en güzel anı
hangisiydi sizin için?
Valla
büyük sürprizler var, oldu tabi.
Bir
tanesi var, Oslo’da çalıyorum, Norveç festivali. Don Cherry çok büyük bir
trompetçiydi, onla gittik. Birde basçı Aril Andersen var. 3 kişi çaldık Aril
Andersen çok eski arkadaşım benim, beraber senelerce müzikler yaptık. Bu sefer
Norveç’te 3 kişi çalıyoruz. Trompet-bas- davul konserimiz bitti. Tabi millet
beğendi falan, davullarımı topluyorum, eğildim, davulun pedalını söküyorum (bas
davulu) omzuma birisi dokundu. Başımı bir kaldırdım baktım Solvi Olores dünyanın
en büyük saksafoncusu. 2 metre boyundadır böyle çok büyük “-OKAYYY!” dedi bana.
Tanışmıyoruz, kalktım tabi sarıldı bana. “-Çok güzel çaldınız!” dedi. Fantastik,
this is night kabus gibi, dedim ki sizle tanışmıyorum, falan filan sarıldı bana.
Çok acayip, aynı şeyi yine Stokholm’da yaptı bana. Kaç sene sonra, konserde
çalıyoruz (caz konserinde) caz kulübünde, sahne’ye çıktı. “-Okay! Okay’ı tanıyor
musunuz?” dedi millete, Stokholm halkına eyvah! Ne yapacağımı bilmiyorum! İsveç’te
benim orkestrada Vuvis Nelson var. Çok iyi bir piyanist, Palle Danielson var benimle
senelerce bas çaldı. Onların hepsi böyle iyi müzisyen, bizim İsveçlilerde şaşırdılar!
Böyle anılarım var. Mesela bazı kişilerde bir saksafoncu var yine bir Paco
Deluevera (Kübalı) çaldı bize. seneler işte!
Fransa’da
Bir caz kulübüne girdim ‘’Be Morning’’, girdim içeriye biraz bar’a doğru
yürüdüm. Dolu insanlar, bu adam gözleri açık çalıyor, insanlara bakarak çalıyor,
muazzam saksafoncudur. Gördü beni, “-Okay!” diye bağırıyor, parçanın arasında
bunlar çok büyük, özel şeyler yani, anlatabiliyor muyum? Ama bu hal, kariyer
demiyim de benim tanınma şeklim, son derece şey nasıl söylesem? çok severler
beni, çünkü ben dürüstüm ve hava atmam hiçbir zaman. Hava atan müzisyenler var
aramızda bilirsiniz. Selam vermeyen mesela, buraya müzisyenler geliyor
Amerikalı, Fransız, şu, bu.
Bizde
de saksafoncu geliyor dünyanın iyi müzisyenleri ile, bizim saksafoncular gidip
tanışmıyorlar, davulcumuz gidip tanışmıyor. Halbuki hemen gidip kendini tanıt,
bizde bir şey var, çekingenlik var. Amerika’ya gidiyorlar Berklee’de tahsil
yapıyorlar, oradaki müzisyenlerle grup kurmuyorlar, tanışmıyorlar.
Amerika
da okuyorlar, 4 sene 5 sene. Baba parası ila ama o kültürü almıyorlar. Caz
müzisyeni gider tanışır, çünkü ne kadar iyi çalarsan çal, o kadar! Neysen o’sun!
Seni adam ediyor o çalma biçimi, biliyor musun? Meşhurluk, ismi büyük, korkarız,
ay nedir falan filan. Sert duruyor sahnede deriz, peşin kararlar var ya! Hâlbuki
hiç alakası yok. Müzisyen büyük bir müzisyen oldukça, ruhu daha yumuşuyor, daha
insancıl oluyor, daha teslimkar.
Ama
sen git, ben Türk saksafoncusu, Türk müzisyeniyim desen, sana sarılırlar. Sarılır
herif yani, vay falan der e biz de öyle diyoruz. Yok kim? Nereden geldin? deriz.
Bizde tanışma yok bizde hariciyemiz (dışarda-yurtdışında) de böyle. Bir partide
Türk konsolosluğuna bir bakıyorsun, kaç defa şahit olduk Norveç’te git, Hindistan’da
git bizim Türkler hep bir yerde. Dağılsanıza kardeşim! İtalyan tarafına,
İngiliz tarafına, home party veriliyor tanış herkesle. Sen başka yerde, herkes
başka yerde konuş böyle. Bakıyorum öbek bizimkiler 5- 6 kişi gördün mü işte
onlar Türkler.
Bu
bize yansımış, sanata da yansımış tabi yani bu gerçek. Bunları gördüm ben,
inşallah düzelir umudundayım. Ama bu ülkenin ekonomisi ile, pasaportunun değeri
ile ilgili senin paran ne kadar?
Şimdiye
kadar gizli çıktık Avrupa’ya. Ben değil ama.
Ben
çok çalıştım enstrümanım ile. Ben gittiğimde doğulu bakıyordu bana, hemen
hürmet ettiler acayip! Şimdi ben ona güveniyorum, çalıştım, misyonum iyiydi!
Ben kendimi büyük hissetmedim onun için, işte bu o para ekonomi ve politika Türkiye’nin
politikası, insan hakları demokrasi şu bu falan filan bunlar ilerlese Türkler
çok daha moralli olacaklar,
Zaten
yurtdışına çıkarken, “-eyvah arabanın her tarafına bakacaklar!”, “-eyvah Türkler
geldi!” Halen böyle, ekonomi düzeldikçe işte, Amerika nasıl olacak ?, İsveçli
nasıl komplex’te!
Zaten
adam veriyor pasaportu, tak geçiyor ya, ben Ecevit’le Fransa’ya gittim. Rahşan Hanım
ile geçeceğiz. Benim İsveç pasaportum var, geçtim. Ecevit’le biz beraber
çağrıldık; çünkü Ecevit’in takalar şiiri vardı, Senem Diyici diye bir kız vardı
şarkıcı, o şiiri plak yaptı.
Neyse
Ecevit’i beni çağırdılar Ecevit’te o zaman başbakan değildi, ama olacaktı.
Ecevit’i
durdurdular. Adam 12 dakika kapıda bekledi, polisler bırakmadılar. Fransız gibi
kaldık, böyle şeyler oluyor neyse.
Peki Okay Temiz’in müziği size göre
anlaşıldı mı? Eğer anlaşılmadıysa ne zaman anlaşılacak? Ya da şöyle söyleyelim ne
zaman anlaşılabilir hale gelecek?
Hayır!
Hayır! Anlaşılır. İmkanı yok, anlaşılır!
Öncelikle
Belediyelerin festivallerinde, konserlerinde, kültür yerlerinde, çalmamız şart.
Çünkü
ben geçen Edremit festivalinde çaldım. Edremit’te bir baktım kahveler mahveler
deniz kenarında hep böyle okey oynuyorlar. Hep okey, acayip.
O
kahvelerin arkasında da sahne kurulu, çaldık. Bütün o insanlar geldiler, birde
etraftan gelenler vardı.
Tıklım
tıklım doldu. Açık hava festivalinde Oriental Wind’le çaldım. Çalış şeklimiz
tamamen değişik. Show gibi çalıyoruz, tabi de ve millet peşimizi bırakmıyor. Herkes
etrafta, bizim etrafımız insan doldu. Böyle sorgu sual, resim çektim, plak
isteyenler yani ilgi görülüyoruz. İmkansız ama o bu şeyi yaratmak lazım,
sonraki belediye başkanı gel, çal böyle olması lazım.
Şimdi
Cumhurbaşkanlık Köşk’e gidiyorum, şimdi mecburen gideceğim.
Çünkü
bu işleri düzeltmek için söyleyeceğim şunları yapalım . Yaptıklarım şimdi 4 duvarın
içerisinde kalıyor. İnsanlara duyuramıyoruz. Her kesim sever bizim müziğimizi.
Acayip şeyler! Böyle bakıyorlar zaten.
Ama
benim daha çok istediğim ne biliyor musun? Popçu’nun yanında çıkmak mesela’’
Serdar Ortaç’’ mı gidiyor? Nereye mesela? Eskişehir’e bir de ‘’Okay Temiz’’ koysunlar
birde “Aydın Esen” koysunlar, ne bileyim, kim var? “Erkan Oğur” koysunlar. Yani
böyle modern araştırmacı, grup yok kardeşim. Böyle, değişiklik yapacak grup yok,
herkes piyasacı olmuş! Aman beğenmezler diye müzik yapıyorlar.
Ben
bunu çalacağım desem? Sağlam olacaksın! İnançla yapıyoruz zaten, sen inandığın
zaman karşı ki inandığı zaman, muhakkak iyi çalarsın, yani mesajın vardır. Oda
karşıya tesir eder kesin yani.
Onların
yanında, o popçuların yanında, folklorcülerin yanında, çıksak.
Çünkü
o kitle bizi seyretsin diyoruz.
7’den
70’e yapmıştı ya “Barış Manço” öyle yapacaksın o ismi vereceksin.
Yani
4’ten 70 yaşına kadar daha (yaşı da indirecen)
Okay hocam son ekleyecekleriniz
neler olabilir ?
Nasıl hissediyorsunuz ?
Valla
bir ümidim daha var
Son projelerinizden
bahsedebilirsiniz?
Benim
dünya Orkestram vardı. 2000 senesin de değişik dinlerden müzisyenler, o
ülkelerin dini Protestan, Yahudi, Hindu işte İslam, işte ne kadar din varsa… Bunlardan
müzisyenler mesela Yangar Breg ile konuştum. Yeni müzisyenler var dedim ,Yangar
Breg tamam dedi.
Okay gelirim dedi. çünkü “Yangar Breg” kiliselerde
çalıyor. Almanya’da, İskandinavya’da, konserler veriyor. Çok güzel kiliseler de
bende çaldım.
Yani
insanlar geliyor. Seni sakin sakin dinliyorlar. Londra’da, Bombey’de çaldım. Almanya’da
bir sürü kilisede, İsveç’te, Danimarka’da, Finlandiya’da çaldım.
İşte
bunlar ve benzeri.
Hocam size saygım sonsuz çok
teşekkür ediyorum
Valla
çok güzel oldu çok sağol.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder